Uzun zamandır evimizde tadilat yapmak istiyorduk. Salonda bazı duvarları yıkmak, pencereleri değiştirmek, eski ev sahibinden kalan banyo tuvaleti ve fayansları yenilemek gibi işler. Bu senenin başında kolları sıvadık. Yıkım olunca belediyeden izin almak gerekiyor, sırf bu bürokratik kısım dört ay sürdü. Ayrıca aşağıdaki rollerdeki kişileri organize etmek, hepsini aşağıdaki sırada ortak projede ve zamanda birleştirmek gerekti:
- Builder (inşaat işinden anlayan usta), kırıp dökme işlemlerini yapacak, yeni küveti vs takacak
- Alçıpancı (Plasterboard), bizim usta bu işi de halletti.
- Plumber, muslukçu, boruların yerini değiştirecek
- Elektrikçi, duvarlar kırıldığında sarkan kabloları toparlayaca diğer elektrik işlerini halledecek
- Tiler, Fayansçı
- Pencereci
Ayrıca bahçede bazı değişiklikler için fence, çit işlerinden anlayan ustayı buldum. Özellikle ev işlerinde mahalle civarında çalışan ve küçük iş yapmaktan gocunmayan ustaları bulmanızı tavsiye ederim. Bunun için yerel gazete ilanları veya çevreye haber salmak işe yarıyor.
Şansımıza bizim builder çok iyi ve deneyimli çıktı. İki haftadır evimizi ve içinde çalışanları çekip çeviriyor bize pek iş düşmüyor.
Ayrıca insan ilişkileri de çok iyi. Komşularla, bizle herkesle hoş sohbet, her konudan muhabbet edebiliyor. Çalışırken 80-90’ların rock müziklerini dinlemeyi seviyor ki bizim de hoşumuza gidiyor. Bu sabah Prince Purple Rain söylüyordu, ben de kasedi teybe koydum, şaka şaka, 80’li yıllara selam olsun diye öyle yazdım, tabii ki bu devirde kaset çalar mı kaldı, telefonu hoperlöre bluetooth’tan bağlayıp mırıldandığı şarkıyı çaldım. Bir anda evdeki diğer bütün işçiler “singalong” yapmaya başladı yani hep bir ağızdan söylemeye. Türkiye’de evde böyle tadilat sırasında duvar ustalarından Doğu, güneydoğu aksanıyla türküler dinlemeye alışık bünyem bir anda neye uğradığını şaşırdı. Adamlar nasıl sevinçli, neşe dolu, zevkle çalışmaya başladı görülmeye değerdi.
Bir de kendilerini işe kaptırınca aralarında Avustralya ağzıyla muhabbete başlıyorlar ki asıl bu kısım hayatımda duymadığım kıvrak zeka şakalarıyla, birbirlerine takılamalarla ayrı bir inceleme konusu oldu benim için.
Türkiye’deki gibi ustalara lahmacun söylemece yok, evde verilen yemeklerden yemezler. Kendileri yanlarında getirirler, sizi rahatsız etmeden dışarıda yer, işlerine devam ederler. Çok medeni, profesyonel ve temiz iş çıkarttılar. Ayrıca farkettik ki, buraya gelen bir kalifiye göçmenden daha güzel hayat anlayışları, yaşamdan keyif alışları var.
Ayaküstü sohbetlerimizde çok enetersan ilgi alanları ve geçmişleri olduğunu farkettik. Örneğin biri, dışarıdan bakınca gözlüklü, yaşını başını almış, hatta hafif dindar görünümlü kendi halinde bir adam, eskiden uzun saçlı, sahnelerin rock’çısıymış. Meğer o yüzden 80’lerin rock şarkılarını çalınca söylemeyi seviyor, etrafındakiler de bildiğinden yüksek sesle ona eşlik ediyormuş. Ayrıca adını sanını duymadığımız bir sürü Avustralya’lı grubu öğrendik sayelerinde. Diğeri senenin üç ayını Avrupa’yı gezerek geçiriyormuş. (Büyük şirketlerde köle modunda çalışmamanın ve harcayacak yeterli parayı kazandıktan sonra zamanını kendi yönetip gezerek harcayacak olmanın, kendini geliştirmenin, kültürlere etrafını tüketmeden entegre olmanın keyfi başka oluyor) Bunun dışında bizim mahallenin Çitçisi de emlak al satla ilgileniyormuş ve mahalledeki emlak piyasasını, evlerin durumunu çok iyi biliyor, şaştık kaldık. Hepsinin iş dışında uğraştıkları hobileri ve eyaletin çeşitli yerlerinde, genelde kış sporları ya da doğa atraksiyonları yapılan turistik bölgelerde kiraya verdikleri evleri var.
İki haftadır matkap, balyoz, elektirikli testere sesleri, kırıp dökmeden çıkan pislik, toz ve harfiyat komşuları rahatsız ettiğinden, bizim builder Angelo, tuğlacısını arayıp karşı komşunun klima çıktıktan sonra oluşan boşluğu kapatarak duvarı öreceğini, kırık tuğlalarını düzelteceğini söyledi, “Sizin de görüntünüz düzelir,” dedi. Hem bizim hem komşu için yapacağı bu jesti düşünmesi bile çok hoşumuza gitti, zira burada her şey para karşılığı yapılıyor.
Angelo’nun evinde Almanya’da tanıştığı bir ailenin 19 yaşındaki kızı kalıyormuş, sabah yorgun görünüyordu, neden diye sordum, Akşam uyuyamadım, dedi, bizim çatıyı mı düşündün bütün gece, diye takıldım, Yok, kız hiç iş yapmıyor, yiyor, içiyor, oturuyor, bir yeri gidip keşfetmiyor, tek başına gitmeyi sevmiyorum, diyor, evde de hizmet bekliyor, hiçbir işe yardım etmiyor, dedi. Güldüm. Ne kadar evrensel duygular. Burada da ilk geldiğimde bizim gibi yeni gelmiş bir tanıdık evinden çıkıp da hiçbir yeri keşfetmeye cesaret edemiyor, oturduğu yerde, etrafına, ona değer veren yakınlarına sardırıp, arkadan konuşarak hem kendi hem de konuştuğu kişinin vaktini öldürüyordu. Halbuki çıkıp gezse, hem yeni insanlar tanıyacak hem de ruhuna daha iyi gelecekti.
Bir başka kırklarına yaklaşmış tanıdık da Türkiye’deyken bizde kalmaya geldiğinde, içtiği kahve bardağını, yediği içtiği tabakları makinaya bile koymaya tenezzül etmeden ortada bırakıyor, çocuklar için pişirdiğim elmalı çörekleri şımarıkça ve düşüncesizce, hepsini kendi yemek suretiyle tüketiyordu ve bunu söylerken suratına kondurduğu gülüş onu hiç de sandığı gibi şirin yapmıyordu.
Şimdi Angelo’ya geri dönelim. Kahve alırken, önce izin alır, kahvesini içer, bitince bardağını yıkar ve tezgahın üzerine ters çevirir. Disiplinli çalışır, saygılı, düşünceli. Bu adamlar nasıl böyle oluyorlar? Hem hayatın tadını çıkarabilen, hem kibar, hoşsohbet, eğlenceli, görünümlerine dikkat eden insanlar olarak nasıl çıkıyorlar bu ülkede? Sabah yedi buçukta gelirim diyor ve gerçekten yedi buçukta burada. Dört buçukta topluyor pılını pırtısını Gym’e spora gidiyor.
İç disiplin geliştirme konusunda hem ailesinin hem de aldıkları eğitimin önemli olduğunu düşünüyorum. Sonuç olarak işini iyi yapan, sertifikalı işçilerle çalışmak bizim de ufkumuzu farklı açılardan bayağı açtı, yeni mekanlar, yerler, iş bitirme metodları öğrendik, fikirlerini aldık, kendimizi anlattık. Bundan sonra da işimiz düşerse birlikte çalışabileceğimiz yerli insanlar tanımış olmak bizi rahatlattı.